January 29, 2022 | Yazar: Hidayet Polat & Sıla Kurğa
Bir Tarantino Eseri, Inglourious Basterds
“Cinema Paradiso” etkinliğinde TEB’li arkadaşlarımızla izlemiş olduğumuz Inglourious Basterds filmini kültür-sanat köşemizi süslemek için iki farklı bakış açısı ile değerlendirmek, film hakkında görüşlerimizi dile getirmek ve dergimizde sizlere sunmak istedik. Umarız sizler de bizim gibi keyif alarak yazımızı okur, görüşlerimize kendi görüşlerinizi eklersiniz. İyi okumalar dileriz.
Klasik olacak fakat yazıma Quentin Tarantino’yu överek başlamak istiyorum. Yönetmenimiz tarihte yaşanmış olan 2. Dünya Savaşı’ndan esinlenerek kaleme alınan senaryo ile nasıl özgün ve kaliteli bir film çekileceğini göstermiş. En beğendiğim yanlarından birisi de filme kendi yorumunu katarken gerçek ve alternatif sonlar arasındaki dengeyi mükemmel yakalamış.
Tabii ki senaryoyu bize usta oyunculukları ile yansıtan isimlerden de bahsetmem gerek. Filmdeki favori oyuncum Albay Hans Landa’yı canlandıran Cristoph Waltz. İyiye kıyasla kötü bir karakteri canlandırmanın daha ustalık gerektirdiğini savunan biri olarak Waltz’ın filmde bunu başardığını düşünüyorum. Elbette Brad Pitt, Mélanie Laurent, Denis Ménochet gibi usta isimlerin de hakkını vermek gerekiyor, diğer filmlerinde de olduğu gibi adeta karakterin ruhuna bürünmüşlerdi. Nefreti, öfkeyi ve çaresizliği gerçekten hissettiriyorlar. Onun dışında ismini sayamadığım diğer oyuncular da yine oyunculuklarıyla bizi filmin içine çekiyorlar ve atmosferi yaşamamızı sağlıyorlar.
Filmin sahnelerinden bahsedecek olursak giriş sahnesi, vuruculuğu ve atmosferiyle izleyiciler için en akılda kalıcı kısımlarından birisidir. Masada geçen konuşma, hayvanlar üzerinden anlatılan hikayede yapılan benzetmeler unutulacak cinsten değildi. Filmde beni en çok şaşırtan bölüm ise çete üyelerinin barda kendilerini ele verme sahnesiydi. Parmaklarıyla üç rakamını gösterirken baş parmak yerine yüzük parmağının kullanılması ve buna dikkat edilmiş olması bana önce film için kurgulanmış bir olay gibi gelse de araştırdıktan sonra gerçek olduğunu öğrenmem beni oldukça etkilemişti.
Filmin kötü bulduğum yanlarından da bahsetmek istiyorum. Filme adını veren çete üyelerinin yapmakla ünlü olduğu kafa derisi yüzme olayı sahnelerde gösterilirken gerçeklikten çok uzaklaşılmış. Askerlerin derilerini adeta meyve soyar gibi soymuşlar ki gerçekte bu işlem bu kadar kolay ve düzgün gerçekleştirilemez. Filmin 2009 yapımı olduğunu göz önünde bulundurursak biraz daha gerçekçi sahneler çıkarılabilirdi diye düşünüyorum. Benim için “Bu senaryo yaşansaydı acaba nasıl olurdu?” dedirten film usta oyuncu kadrosuyla ve şaşırtan detaylarıyla akılda kalacak bir eser olmayı başardı.
Hidayet Polat
Yönetmenlerin birbirinden farklı üslupları vardır ve bana göre Tarantino aralarından en göze çarpan üsluba sahip. Kendisini birçok kişi tarafından sevildiği, en iyi oyuncularla çalıştığı, devasa bütçelerle bu işi yaptığı için değil; aslına bakarsanız tüm bu burjuvaziyle alay edebildiği için seviyorum. 2009’da yetmiş milyon dolarlık bütçeyle yapılmış bir filmin adını afişlere ve sinemalara yanlış yazabilecek kadar kendine güvendiği ve akademi ödüllerini buna rağmen, belki de bu yüzden, aldığı için saygı duyuyorum. Adı bir kenara filmin konusu, sonu, işleniş biçimindeki orijinallik de yönetmenin kendine güvenini açıkça gösteriyor. Nazi Almanyası’ndan kaçan “Inglourious Basterds” adlı grubun Nazi askerlerini öldürmek üzere çıktıkları yolun, Landa (Christoph Waltz) yüzünden gözleri önünde ailesinin vahşice öldürülmesine şahit olmuş ve kaçmasına izin verilmiş Shosanna (Mélanie Laurent) ile kesişmesini izliyoruz. Yönetmenin sıradan insanların şahsi acılarını dünyanın büyük tarihini anlatmak için oyuncak gibi kullanması, hangisinin filmin ana odağı olduğu konusunda akılları hayli karıştırıyor. Bunun üstüne bütün film basit gerçekleri duymak için izleyicinin karakterlerle beraber gerginlik havuzunda çektiği işkencelerden oluşuyor. Meşhur Strudel (elmalı tart) sahnesinde, ilk kısımdaki süt sahnesinde, bardaki İngiliz subayın sahnesinde, aslına bakılırsa bütün filmde bir gerginlik, tedirginlik var. Bu atmosfer filmin tansiyonunu hep zirvede tutarak filmden keyif alınmasını sağlıyor. Üst rütbelilerin verdiği kararların oyuna küsmüş bir çocuğunkinden farklı olmaması filmde Hitler üzerinden anlatılmış. Kaprislerle ve düşüncesizliklerle dolu hareketleri ile geçen hikayesi, askeri eğitimden yoksun küçük bir Yahudi gruba ve aynı zamanda kendisinin aşağıladığı genç bir kadına karşı karikatürize bir yenilgiye uğramasıyla sona eriyor.
Bana göre işte tam da bu özellikler filmi olağanüstü bir yere taşıyor ve onun temelde defalarca işlenmiş konuları ve gerçek olamayacak kadar sivriltilmiş karakterleri kullanarak seyirciye sıkılmadan izlenebilecek iki buçuk saatlik bir başka son sunmasına izin veriyor. Film alternatif bir tarih yazıyor ve bu tarihte Hitler sırtında bir pelerinle, oyunu bozulduğu için her duruma kızan bir çocuk gibi resmediliyor. Sonunun bir sinema salonunda kendi misyonunu yücelten bir filmi izlerken bir Yahudi kadının kahkahalarıyla gelmesi de bence açık bir tariz, alay. Tüm bu özellikler birer birer bahsedildiğinde kulağa basit gelse de Tarantino bir şekilde hepsini inanılmaz derecede estetik ve izlenebilir kılmanın bir yolunu bulmuş. Onu bu kadar ayırt edilebilir, başarılı ve sevilen bir yönetmen yapanın bu basit ama gerçekleştirmesi zor ayrıntı olduğunu düşünüyorum. İzlenmeye kesinlikle değer bir film. Şiddetle tavsiye edilir.
Sıla Kurğa